7 Aralık 2012 Cuma

Bosna-Hersek BM'deki Filistin oylamasında niçin çekimser kaldı ?


Yedihilal Uluslararası İlişkiler Birimi olarak Bosna-Hersek programımızda yer alan ziyaretlerimizi gerçekleştirdik. Bunlardan en ilgi çekicisi Saraybosna-Başçarşı'da gerçekleştirdiğimiz, ülkenin en eski gençlik hareketi olan "Mladi Muslimani" ile yaptığımız görüşmeydi.  Hareketin başkanlarından Edhem Baksiç ile samimi ve sıcak bir ortamda gerçekleşen sohbetimiz sırasında, Bosna-Hersek hakkında son günlerde müslümanların aklına en çok takılan soruyu sorduk.. 

"Sırbistan BM'deki Filistin oylamasında EVET derken Bosna-Hersek niçin çekimser kalmıştı ?" 

Neticede bizim için en az Filistin kadar mazlum olan ve benzer kederleri yaşamış Bosna'nın bu kararı vermesini anlamak zordu. Başkan Baksiç şöyle cevap verdi;


"Bosna-Hersek ABD'nin yönetiminde yapılan Dayton anlaşmasına bağlı olarak üç ayrı devlet başkanı tarafından yönetiliyor. Nüfusun %50’si boşnak %35’i sırp ve %15’i hırvat olmasına rağmen bu üç tarafa da eşit yönetim ve temsil hakkı veren bu anlaşmaya göre üç başkan ülkeyi sırayla yönetiyor. Tüm ülkeyi ilgilendiren kararlarda ise her üçünün de aynı fikirde olması gerekiyor. Birinin diğer ikisini veto etme hakkı var. 

Filistin konusunda boşnakları temsil eden başkan, bilge lider Aliya İzzet Begoviç'in oğlu Bakir Begoviç EVET oyu kullandı, hırvatların temsilcisi de EVET oyu kullandı ama Bosna’da yaşayan sırpları temsil eden başkan bu kararı veto etti ve sonuç olarak Bosna oylamada çekimser oy kullanmak zorunda kaldı. Sırbistan yönetimi oylamada EVET derken Bosna'daki temsilcilerine çekimser kalmaları yönünde talimat gönderdiler. Bu oylamanın ve çıkan neticenin ses getirebileceğini biliyorlardı ve amaçları sırpları dünyaya hoş gösterirken boşnakları islam aleminin karşısında zor durumda bırakmaktı ve nitekim öyle de oldu. Şimdi biz Avrupa'da bulunan Filistin derneklerine bile kendimizi ifade etmekte güçlük çekiyoruz."

Birde bunun üstüne son dönemde İsrail ile ilişkileri geliştirmeye başlayan Bosna Sırp Bölgesi Başkanı Milorad Dodik'in Kudüs ve Tel Aviv'i ziyaret ettiğini öğrendik. Dodik'in bu ziyaretine karşı İsrail Dışişleri Bakanı Liberman'ın da Bosna Sırp Bölgesinin en büyük kenti Banya Luka'yı ziyaret ettiğini ve "devlet olmamasına rağmen" Bosna Sırp Bölgesi ile stratejik işbirliği yaptığını, Bosna-Hersek Devlet yetkililerinin ise bu işbirliğine sert tepki gösterdiğini öğrendik. Büyük ihtimalle oylamada çıkan çekimser oy tam da bu yakınlaşmanın meyvesiydi. Sırpların planı basitti "düşmanımın düşmanı dostumdur..."

Aldığımız tüm bilgilerden sonra gördük ki ortada dönen çalkantılara rağmen Bosna şuurunu koruyor ve fakat küfür yine müslümanları zayıf gördüğü noktalardan vurma ve birbirine düşürme gayretinden vaz geçmiyor. 
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif

YediHilal Uluslararası İlişkiler Bşk. Yrd.
Zafer Özsatıcı

20 Kasım 2012 Salı

ULUSLARARASI ENERJİ AJANSI 2012 DÜNYA ENERJİ GÖRÜNÜMÜ RAPORU

                   Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ‘2012 Dünya Enerji Görünümü’ adlı raporunu geçtiğimiz günlerde yayınladı. Bu raporda çok ilginç öngörüler ve tahminler yer almaktadır. Bu öngörüleri aktarmadan önce Uluslararası Enerji Ajansı ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum.
                   Uluslararası Enerji Ajansı 15 Kasım 1974’te OECD’nin yapısı içerisinde kurulmuştur ve bu kurumun amacı üye ülkelerin enerji, özellikle de petrol ile ilgili sorunlarına çözümler getirmektir. Bu amaca yönelik olarak; üye ülkelerin petrole olan bağımlılıklarını azaltmak, uluslararası petrol borsaları konusunda iletişim içinde olmak, petrol piyasalarında istikrar sağlamak ve petrol şoklarının etkilerine karşı üye ülkeleri korumak için faaliyetlerde bulunur. Bunun yanı sıra, bu ajansa üye ülkeler belirli miktarlarda petrol stoku bulundurmayı kararlaştırmışlardır.
                   Bu ajansa üye ülkeler ise Avustralya, Avusturya, Belçika, Kanada, Çek Cum., Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Japonya, Güney Kore, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Polonya, Portekiz, Slovakya, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’dir.
                    Ajansın yayınladığı ‘2012 Dünya Enerji Görünümü’ raporunda, küresel enerji haritasında değişiklikler yaşanacağı ve bu gelişmelerin çok sayıda ülke ve bölgedeki enerji sistemlerini etkileyeceği kaydediliyor. Rapora göre, küresel enerji talebi 2035 yılına kadar %33 oranında artacak ve bu artışın büyük bir kısmına Çin, Hindistan ve Ortadoğu ülkeleri neden olacaklar. Çin, Hindistan ve Ortadoğu ülkelerinin enerji taleplerinin 2035 yılına kadar ortalama %60 oranında artacağı öngörülüyor. Gelişen ekonomilerdeki enerji talepleri yıldan yıla artar ve bu üç bölgede gelişen ve üreten yeni ekonomilere örnek bölgelerdir. Bu artış ise bölgeler ve Dünya geneli için ciddi bir artıştır.
                     2035 yılında petrol üretiminde A.B.D’ nin Suudi Arabistan ve Rusya gibi diğer büyük üreticileri geride bırakarak ilk sıraya yerleşeceği öngörülüyor. A.B.D’ nin ayrıca 2020 yılına kadar doğalgazda net ihracatçı olacağı belirtiliyor. Raporda, A.B.D’ nin 2035 yılına kadar enerji alanında kendi kendine yeten bir ülke olacağına dikkat çekiliyor. Bu tam olarak şu demek; enerji ithalatına büyük meblağlar ödeyen, bu uğurda yeni savaşlara giren süper güç Amerika Birleşik Devletleri, 2035 yılından itibaren bilanço tablosuna enerji anlamında çıktı yazmayacak ve bu da A.B.D’nin gücüne ekonomik ve politik anlamda güç katacak. Enerji kaynaklarının ekonomi kadar politik alana da etkisini hesaba katarsak bu gelişme A.B.D için fevkalade önemli hale geliyor. Bunun yanı sıra, raporda Irak’ın da Rusya ve Suudi Arabistan’I geride bırakarak Dünya’nın 2.en büyük petrol üreticisi olabileceği öngörülüyor. Irak’ın 2020’de günlük 6 Milyon varil, 2035’te ise günlük 8 Milyon varilden fazla petrol ihraç etmesi bekleniyor. Başka bir deyişle, 2035’e kadar Irak’ın kasasına sadece petrol ihracatından yıllık 200 milyar $ girecek ki bu da yeni bir Irak yaratmak için çok önemli bir kaynak olarak kullanılabilir. Irak’ın bu potansiyeli de A.B.D’nin neden 2000’li yılların başında Irak’a girdiğinin bir göstergesi olabilir bizim için.
                       Raporda şu anda günlük 88 Milyon varil olan petrol talebinin, 2035 yılına kadar günlük 99 Milyon varile yükseleceği öngörülüyor. 2035 yılında petrol fiyatlarının ise yaklaşık varil başı 125 $ olacağı tahmin ediliyor. Petroldeki artışın başta ulaşım olmak üzere birçok sektöre ek maliyet yükleyeceği ve bunun sonucunda da birçok ürünün fiyatlarında yükselmeler olacağı öngörülüyor.
                       Raporda dikkat çekilen bir başka nokta ise fosil yakıtların Dünya’ya verdiği zarardır. Petrol ve kömür gibi fosil yakıtların kullanılmasıyla gezegenimizin iklim dengesinin bozulduğu ve bu bozulan dengenin çok büyük felaketlere yol açabileceği belirtiliyor. Bu sebeplerden dolayı, Uluslararası Enerji ajansı Dünya’daki fosil yakıt kaynaklarının üçte ikisinin yerin altında bırakılması gerektiğine dikkat çekiyor. Aksi takdirde Dünya’nın 2035 yılına kadar 4 ila 6 derece arasında ısınacağı ve bu ısınmanın büyük felaketlere yol açacağı belirtiliyor. Hükümetler 3 yıl önce Kopenhag’da, iklim değişikliğinin şiddetli etkilerini sınırlamak için 2 derecelik küresel sıcaklık artışının altında kalınmasının gerekliliği konusunda anlaşmaya varmışlardı. Günümüzde, küresel sıcaklık 1 derecelik artışın altındayken bile, aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisi artıyor. Kuzey Kutbu’nda rekor buzul erimesi, Sandy kasırgası, içinde bulunduğumuz yılın rekor kuraklık seviyesi sonucu doğan gıda krizi bu olayların en güncel örnekleri. Eğer bu şekilde fosil yakıtları kullanmaya devam edersek ortaya konulan maksimum 2 derece ısınma hedefinin çok uzağında kalacağız ve bu tip felaketler ile karşı karşıya kalabileceğimiz öngörülüyor. Bu bağlamda fosil yakıtların kullanım oranının düşürülmesi ve daha çok yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması tavsiye ediliyor. Rapora göre, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının dünyada gün geçtikçe arttığı ve 2035’te dünya elektrik üretiminin 1/3 ‘ünün bu kaynaklardan sağlanacağı öngörülüyor ki bu güzel bir haber. Ancak uzmanlar, bunun yeterli olmadığının ve birçok alanda fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçmemiz gerektiğini belirtiyorlar.
                      Son olarak bu raporun Türkiye açısından önemine değinmek istiyorum. Küresel lider A.B.D’den ziyade hemen yanı başımızdaki komşumuz Irak’ın Dünya’nın en büyük 2. Petrol üreticisi olma ihtimalini iyi okumalıyız ve Dışişlerinde kuracağımız gelecekteki stratejimizde bunu bir faktör olarak değerlendirmeliyiz. Gerek yapılacak anlaşmalar gerekse de kurulacak iyi ilişkiler ile bu ülkeyle olan ilişkilerimizi güçlü tutmalıyız. Bunun yanı sıra Dünya’da yenilenebilir enerji potansiyeli açısından ilk sıralarda olan ülkemizde bu potansiyeli çok daha fazla kullanmalıyız. Ülkemiz, birçok ülkede bulunmayan jeotermal enerjide dünya potansiyelinin %8 ’ine sahiptir. Ayrıca coğrafi konumu nedeniyle büyük oranda güneş enerjisi almaktadır. Türkiye, hidrolik enerji potansiyeli açısından da dünyanın sayılı ülkelerindendir. Rüzgâr enerjisi potansiyeli yaklaşık 160 TWh olarak tahmin edilmektedir. Bu enerji kaynaklarının maliyetleri oldukça azdır, yenilenebilir olduklarından dolayı tükenmezler ve konvansiyonel yakıtların aksine çevre ve insan sağlığı için önemli bir tehdit oluşturmazlar. Şu anda yenilenebilir enerji potansiyelimizin yaklaşık %1 ‘ini kullanmaktayız ve bir an önce bu oranı yükseltmeliyiz ki bu alanda kendimize bir avantaj sağlayabilelim.

Osman YURTTADUR
Yedi Hilal UIB Kuzey Amerika Sorumlusu

15 Kasım 2012 Perşembe

İSTANBUL WORLD FORUM






İSTANBUL WORLD FORUM
(13-14 EKİM - İstanbul Kongre Merkezi)
İstanbul Küresel Forumu; bölgesel ve küresel meseleleri tartışmak üzere dünyanın her yerinden siyasi liderleri, iş dünyasından yöneticileri, akademisyenleri, entelektüelleri, STK liderlerini ve medya temsilcilerini bir araya getiren bir forum olarak gerçekleştirildi. Bu seneki Forumun ana teması ‘Adalet’ ti.

Forum SETA Vakfı Başkanı Taha Özhan, KDK Başkanı İbrahim Kalın ve T.C Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılış konuşmaları ile başlamıştır. Seta Başkanı konuşmasında ‘Adalet ve Arap Baharı’ konusuna değindi.Bunun ardından İbrahim Kalın yaptığı konuşmasında ‘Adalet’in tanımı ve adaletten ne anladığımız’ konusunda görüşlerini aktardı katılımcılara.Bu iki konuşma yaklaşık 5’er dakika sürdü.

Açılış programının asıl konuşmacısı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşması ise yaklaşık 60 dakika sürdü. Recep Tayyip Erdoğan konuşmasına Arap Baharı ile başladı. Bunun ardından bir süre Küresel Ekonomik krizden bahsetti ve Adalet tanımına geçti. Başbakan Adalet tanımını yaparken; Adalet bir nimeti yerine koymaktır, zulüm ise bir şeyi konmaması gereken yere koymaktır.İkisi arasında çok büyük fark vardır diyerek Mevlana C. Rumi’den alıntısıyla konuya giriş yaptı. Adalet uğruna mücadele veren isimleri sayarken Rachel Corrie, Gandhi, Nelson Mandela ve Aliya İzzetbegovic’ten örnekler verdi. Başbakan adalet konusunda temel olarak 3 temadan ağırlıklı olarak bahsetti. Bunlar; Birleşmiş Milletler, Dünya’daki adil olmayan ekonomik düzen ve İslam karşıtı söylemler. Başbakan bize bu Forum’da şunu net olarak gösterdi ki artık Birleşmiş Milletler’in adaletsiz yapısının değiştirilmesinde aktif rol oynamak istiyor. Başbakan BM’nin adaletsizlik üzerine kurulu olduğunu ve bunu adalet üzerine reforme etmek gerektiğine vurgu yaptı. Tüm Dünya’nın BM’nin daimi 5 üyesinin insafına kaldığını ve bu üyelerden biri ret kararı verdiği anda diğer üyelerin oylarının bir anlamı olmadığını belirtti.Bunun gibi diğer uluslar arası kuruluşlarında adil ve yüksek temsilli olması gerektiğini aksi takdirde bu kuruluşların sürdürülebilir olmayacağını belirterek sert bir çıkış yaptı. Başbakan buna ek olarak artık Batı’nın Dünya’nın tek merkezi olmadığını Hindistan,Brezilya,Meksika ve Türkiye gibi gelişen ülkelerin bu merkezi değiştirdiğini söyledi. Başbakan’ın değindiği bir diğer konu ise toplumlar arası adaletsiz gelir dağılımı idi. Başbakan küresel gelir adaletinin sağlanması ve sürdürülebilir kalkınma modelinin oluşturulmasını savunduklarını söyledi. Ancak bu şekilde adil bir dünya olacağını sözlerine ekledi. Son olarak Başbakan geçtiğimiz günlerde İslam’a karşı yapılan çirkin davranışlardan ve İslamafobya’dan bahsetti. İslam’ı teröre eş gösterenlerin, asıl teröre destek verenler olduklarını belirtti. Aynı zamanda İslamafobya’nın ırkçılık kapsamında ele alınması gerektiğini belirtti.

Açılış programından sonra farklı salonlarda farklı temalarla programlar devam etti. Ben konuşmacıları arasında T.C Dışişleri Bakan’ı Ahmet Davutoğlu,  BM İnsan hakları Özel Raportörü Richard Falk, Daha önce El Cezire Network Genel Direktörü olan Wadah Khanfar, Arap Ligi Genel Sekreteri Nebil El Arabi ve Bosna Eski Başkanı Sladzic’in olduğu moderatörlüğünü de İngiliz gazeteci David Hearst’in yaptığı ‘Dünya Siyaset’inde Türkiye ve Adalet Meselesi’ konulu programa katıldım. 


İlk konuşmacı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi. Ahmet Davutoğlu’da Birleşmiş Milletler’in karar alma sürecinin hiç adil olmadığından bahsederek konuşmasına başladı. Bunun yanında Dünyadaki gelir dağılımının adil olmadığından bahsetti. Davutoğlu bu bağlamda Dünyanın en az gelişmiş 48 ülkesi ile en gelişmiş 20 ülkesi olan G-20 ülkelerini aynı masada toplayarak bir toplantı düzenlemek istediklerini ve bu toplantının gelir adaletsizliğine bir çözüm olabileceğinden bahsetti. Davutoğlu’da İslamafobya’dan bahsetti ve insanların sadece İslam değil herhangi bir dine yaptıkları bu tarz çirkin davranışların nefret suçu sayılması gerektiğini söyledi. Davutoğlu son olarak Filistin konusuna değindi ve Filistin’de bir insanın herhangi bir kontrol noktasından geçmeden başka şehre gidemeyeceğini ve bu durumun uzaktan yakından adalet ile ilgisi olmadığını söyledi.Sladzic ise konuşmasına Bosna’da şu anda demokrasi yok, etnokrasi var diyerek başladı. Bunun yanında Müslümanların sadece maddi anlamda değil manevi anlamda da çalışmalar yapmaları gerektiğini ancak bu şekilde çocuklarımıza bir şeyler bırakabileceğimizi söyledi. Nebil El Arabî de BM’deki karar alma sürecinin adaletsizliğinden bahsetti. Ardından konuşan Falk ise Dünya’nın bir geçiş döneminde olduğunu, bu geçiş döneminin maddiyatçılıktan maneviyatçılığa doğru bir geçiş olduğunu söyledi. Aynı zamanda Dünya’da Türkiye’nin öncülüğünde ‘soft power’ın yeni jeopolitik düzende önemli yer tuttuğunu söyledi. Türkiye’nin Filistin ve Suriye konusundaki tutumunu övdü. Son olarak konuşan ise Wadah Khanfar’dı. Khanfar Türkiye’nin Suriye’de daha çok sorumluluk almasını tüm Arapların istediğini söyledi.Kendisi bir Lübnan’lı olan Khanfar İstanbul bize 10 yıl önce binlerce kilometre uzaktaydı,şimdi ise hemen yanımızda gibi. İstanbul 100 yıl önce bizim dedelerimizin başkentiydi, şimdi ise bizim başkentimiz dedi. İki gün süren programda toplam 24 tema ele alındı ve birçok farklı isim görüş belirtti. 

Son olarak benim gözlemlerim ise şu şekildeydi;

1) Forum’a yaklaşık 70 ülkeden katılım oldu. Özellikle Ortadoğu’dan birçok katılımcı vardı. Uluslar arası anlamda başarılı bir forum oldu.
2) Forum’da ortaya çıkan görüş BM’nin adaletsizliği idi. Bu adaletsizliğin nasıl reforme edileceği konuşuldu. Artık İslam Dünya’sında BM’nin adaletsizliği üzerine ciddi sesler çıkacağı ortaya konuldu.
3) Bir diğer konu olan gelir dağılımındaki adaletsizlik ile ilgili çoğunlukla İslam Ülkelerinin ve Afrika’nın nasıl sömürüldüğü, bu düzenin değişmesi gerektiği konuşuldu.
4) Katılımcılar Filistin ve Suriye konusuna özellikle ayrı parantezler açtılar. Filistin’de İsrail’in, Suriye’de ise Esad’ın yaptıklarının kabul edilemez olduğunu ve bu konularda Türkiye’ye önemli görevler düştüğünü belirttiler. Bana kalırsa bu toplantılar da Suriye konusunda Türk Devleti’ne biraz da gaz verilmeye çalışıldı. Kimle konuşsak Türkiye daha aktif rol oynamalı, sorumluluk almalı gibi söylemler duyduk. Bu konuda da ayrıca dikkatli olmalıyız diye düşünüyorum.
5) Uluslar arası katılım oldukça iyi olmasına rağmen Ulusal Katılımın bir parti teşkilatları dışında çokta iyi olmadığını düşünüyorum.
6) Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakan’ı olmasının ardından bu ve bunun gibi Uluslararası Organizasyonlara daha fazla ev sahipliği yapmaya başlayan Türkiye,özellikle Ortadoğu’dan ve Türkî Cumhuriyetlerden gelen katılımcılar tarafından bir ağabey gibi konumlandırılıyor zihinlerde.

Osman YURTTADUR           
Yedi Hilal UIB Kuzey Amerika Sorumlusu

20 Ekim 2012 Cumartesi

Kuzey Irak İzlenimleri


KUZEY IRAK İZLENİMLERİ
Öncelikle gelişimizde havalimanından çıkar çıkmaz ilk göze çarpan bir gerçekten, yani Kuzey Irak'ın beklenenden çok daha fazla gelişmiş olmasından başlamak isterim. 2 hafta önce Suudi Arabistan'daydım, burasının hem imar olarak hem yaşam tarzı olarak neredeyse oradan hiç bir farkı kalmamış. Yeni inşa edilen binaların sayısı bitmiş binalardan daha fazla ve caddelerde boy gösteren arabalar Türkiye standartları için bile gayet yüksek modelli iri jipler. Burasının klasik bir körfez ülkesi gibi görünmesine en fazla 5 sene kalmış diyebilirim.İnşa edilen binalarda sıradan binalar değil, ciddi alışveriş merkezleri, oteller, kamu binaları vs. İnanılmaz canlı bir ekonomi var. Piyasada dolaşan ciddi para olduğu heryerden belli oluyor. Kısa süre sonra (belki bugün bile) burada yaşanan refah Türkiye'nin doğu illerini aratmayacak hale gelecektir. Bu işin ekonomik kısmı. 

Söz konusu K.Irak olunca işin etnik kısmıda önem kazanıyor. Ondan da bahsedeyim. Kürtler etnik köken olarak başrole oturmuş.Türkmen ve araplardan daha rahatlar.  Açıkça görünüyor ki , bugüne kadar ezilen hor görülen kürt halkı birileri tarafından sıranın en önüne konmuş. Yalnız dikkatimi çeken başka bir konu daha oldu. Bugüne kadar bu kadar kürtün içinde bulunmamıştım. Polis, otel görevlisi, asker, şöför vs herkes kürt. Ezici çoğunluğu hepsi çok kibar ve dürüst. Resmen dikkati çeken bir dürüstlükleri var. En az 20 kere taksiye binmişimdir, yarısında da fiyat konusunda pazarlık yapmadan bindim bir kere bile kazıklanma teşebbüsüne rastlamadım. Hep aynı mesafe için aynı parayı alıyorlar. Hatta bu akşam bir tanesi takside Kur'an dinliyordu içimden geldi 4000 dinar istediği halde 5000 dinar verdim. 1000 dinarda 1TL neredeyse. Onu bile almak istemedi adam, kendi isteğimle vermiş olmama rağmen haketmediğini düşündü. Otelde gördüğümüz muamele de gerçekten çok kibar. Müdür farklılığımıza rağmen çok yardımcı oldu her problemimizi çözdü. Her halkın içinde uygunsuz karakterler olur. Ama genel itibari ile K.Irak halkı kaliteli.. 

Son olarak bölgenin islam renginden bahsetmek isterim. Televizyondaki kanallardan, selamlaşmalardan etrafta görünen büyük güzel camilere kadar bu toprakların islam toprakları olduğunu hissediyorsunuz. Camiye namaza giden cemaati, taksiciye selamun aleyküm dediğinizde etnik kökeninizi bilmeden samimi bir tonla "We aleykümm selaam" dediğini gördüğünüz zaman kendinize şunu soruyorsunuz.. Biz bu güzel insanlarla nasıl bu hale gelebildik ??

Tabi ki işin içinde değişik siyasetler, başka büyük dengeler var biliyorum. Ama birbirine bu kadar yakın 2 müslüman halkın bu hale gelmesi bir felaket olsa gerek, bunuda söylemeden edemiyorum. 

Şurası kesin.. Burada çok daha net anladım ki.. Kürt sorunun çözümü islam kardeşliğinden geçiyor. Bu topraklardan, etnik farklılıkların sorun olmaktan çıkıp zenginlik haline geldiği, insanların birbirlerini sadece müslüman oldukları için kardeş gibi sevebildikleri bir dünya umudu ile ayrılıyorum.

Zafer Özsatıcı
YediHilal Uluslararası İlişkiler Birimi
Afrika Sorumlusu

8 Eylül 2012 Cumartesi

Filipinler - MORO


İstanbul vakıf merkezimizden dostlarımızla havaalanına gidip İstanbul - Malezya (kaulalampur)  uçağımızdaki  yerlerimizi aldıktan sonra 10 saatlik uçuşumuzu 4 kişi olarak gerçekleştirdik biiznillah. Ekip arkadaşlarımızın uyumluluğu yolculuğa farklı bir güzellik kattı bunu özellikle belirtmek isterim. Malezya Havaalanında güzel bir şey oldu Malezyalı kardeşlerimizle tanıştık. İstanbul ve Bursa’da okuyorlarmış vakfımızın partner kuruluşlarından olan Bab-ı alem uluslararası öğrenci derneğinde ilişiği olan kardeşlerimizle bir müddet muhabbet edip Malezya hakkında bilgi aldıktan sonra arkadaşlarımızı evlerine uğurladık ve bizde oradan Filipinlerin başkenti olan Manila’ya doğru hareket edecek olan uçağımızda yerlerimizi aldık. 5 saatlik yolculuğumuzun ardından Filipinler Manila havaalanına indik. Pasaport kontrolünden geçerken ilgili memurun soruları nerden nereye ne için ve nerede kalacaksınız gibi sorularıyla karşılaştık ama bir sorun yaşamadık elhamdülillah.  Moro’lu kardeşimiz Cafer bizi havaalanında karşıladı ve oradan ufak bir şehir turu attıktan sonra kalacağımız otele geçtik. Bizden önce buralara gelmiş olan arkadaşlarımızın seyahatnamelerine baktığımda bazı anektotlar  vardı. Manila hakkında hak verdim kendilerine burada ahlaksızlık hat safhaya ulaşmış görünüyordu ve değerli bir büyüğümün söyledikleri geldi aklıma…oysa daha önce buranın adı ‘Emanullah’ olan emin belde  kabul edilen yerlerdenmiş, şimdi ise  emniyetsiz bir şehir olan Manila’ya dönüşmüş… Otele eşyalarımızı yerleştirdikten sonra sahibi Lübnan’lı olan bir lokantaya gidip karnımızı doyurduktan sonra otelde dinlenip sabah erken saatlerde Mora’ya geçmek için 3.uçuşumuzu gerçekleştirdik ve 1.30dk sonunda Morocotabato’ya ulaşıyoruz biiznillah. Bizi karşılamaya gelen kardeşlerimizle kalacağımız otele doğru yola koyulduk. İçimde birden Mora’ya varmanın rahatlığı oluşuyor. Burada dinleniyoruz ve saatlerimizi  5 saat ileri alıp işimize koyuluyoruz. Dünyanın çeşitli  yerlerinden verilen yardımlardan buradaki kardeşlerimizin nasibine düşeni dağıtmak üzere 1.erzak dağıtımını muhacirlerin kaldığı Sultan Kudarat bölgesinde 200 kişiye yetecek şekilde kardeşlerimizle birlikte ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyoruz. Yardım alanların duaları o kadar çok ki nasıl anlatsam diye düşünüyorum ama şuna kanaat getirilmesini isterim a dan z ye emeği geçenlerden, Allah tan onlar için razı olmasını diliyorlar ki, bu her şeye değer olan bir güzellik… Dağıtım sonrası buradaki çocuklara balon dağıtıyoruz birden mıknatıs gibi o çocukların sanki bizlerle aynı çatıyı paylaşan aile fertleri gibi bizlere sokulması farklı bir heyecan uyandırıyor hepimizde… bizi bırakmak istemiyorlar her şeyiyle bunları anlatıyorlar sanki.. Buradan sonra durağımız yetimhane oluyor ve ilk iftarımızı yetimlerimizle beraber açıyoruz.  Yetimler için  getirdiğimiz hediyeleri dağıtıyoruz ve namazlarımızı kılıp yetimhanenin ek binasında kardeşlerimizle balon patlatmaca oynuyoruz ortalık birden şenleniyor o kadar coşkulu bir ortam oluyor ki, herkes oyunu düşünüyor bir anda çocukların dünyasında buluyoruz kendimizi…


şunu belirtmeliyim ki buradaki yetimlerle aramızdaki kaynaşma birkaç  dk. sürdü. O an’dan sonra bizler yetimlerimizle sanki daha öncesinden berabermiş gibi eğlenceye devam ediyorduk . An’ı dolu dolu , heyecanlı ve sevinçle yaşamak bu olsa gerek…
Akşam hotele geri döndüğümüzde yaşadığımız sevinç ve heyecan devam ederken oda arkadaşımın çocuklar ve ilgili hanımların o kadar çok sevindiklerini belirtmesi hatta bir teyzemizin sevinçten hıçkırarak ağladığını söylemesi beni o kadar etkiledi ki, nokta atışı dedikleri bu olsa gerek işte o an’dan itibaren yapılan  bu çalışmaların nedenli elzem ve geç kalınmış olduğunu fark ettim. Kendi kendime şunu da sordum neden geç kaldın…Dünyada yetime kol kanat germekten ve onunla ilgilenmekten daha sevimli ne olabilir ki…
   Ramazanın 2.günü ve 2.erzak dağıtımını gerçekleştirmek üzere hotelimizden çıkıp daraphane kampına gidiyoruz. Burası İslami kurtuluş cephesi bölgelerinden, kamp alanında mısır, Hindistan cevizi ve muz ağaçlarının çokluğu dikkat çekiyor. ifade etmem gerekir ki burası kamptan çok düzenli bir köyü anımsatıyor. Burası milf’e bağlı vatanını sömürü düzenine karşı korumakla görevli hisseden  insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş ve bunun gibi 20’nin üzerinde  kamp alanları mevcut ve herkes ailesiyle birlikte güven ve huzur içinde yaşamaktalar. Milf in bundaki rolü çok önemli insanlara kol kanat gererek ,onların haklarını savunarak insanlara güven vermiş. 300 kişilik ramazan kumanyalarını  kardeşlerimizle birlikte dağıtıyoruz. buradaki kişilerin ilgi ve sevgisini alarak farklı bir bölge olan Taleyan’a doğru  iftar programını gerçekleştirmek üzere ilerliyoruz..  Bu belde ise mücadelede önde gelen bölgelerinden ve en çok mücahit çıkaran yerlerin başında geliyor. Burada ikamet eden Alim Abdullah Zekeriya’nın  medresesinde  toplu bir iftar yapıp bölge hakkında kendisinden bilgi alıyoruz. Öncelikle kendisi Pakistan’da eğitim görmüş ve uzun yıllar orada kalmış, medresesinde 30 bayan ve 20’nin üzerinde erkek talebe yetiştirmektedir.



Hasta olmasına rağmen İslami ilimleri gelecek Nesil’e aktarmaktan kendisini alıkoymuyor. Hayatını bu yolda vakfetmiş değerli bir şahsiyetle tanışmak bizler için ayrı bir güzellik oluyor. Buradan ayrılırkenkendisiyle dualaşıyoruz. Hotelimize döndüğümüzde bizi ziyarete gelen partner kuruluşumuz olan hay-at el mindaneo littenmiakpresident başkanı said abdusselam mindeneo da yapılan çalışmalar hakkında bizlere bilgi verdiler. Rabbim çalışmalarını arttırsın inşeallah. Gerçekten bu kuruluşumuzun Moro ‘daki çalışmaları önem azletmektedir.
      Ziyaret ettiğimiz kişilerden biride Hacı Murat İbrahim.  Öncelikle Türk halkına ve ihh ya teşekkürlerini ifade etti.ihh’nınİslam bölgelerine yapmış olduğu çalışmaları bizleri sevindiriyor diyor.Mücadelemizinher daim devam edeceğini belirterekaskerlerin morallerinin çok yüksek olduğunu kendilerini geliştirmeye özen gösterdiklerini belirtiyor.100 binden fazla askerin bulunduğunu ve gayemiz tüm İslam topraklarının toparlanması ve bunu gerçekleştirmek için çalışıyoruz. Önemli birİhtiyaç  olarak hastane ihtiyaçlarının olduğunu özellikle ifade etti. Türkiye ile olan irtibatlarını sorduk. Kendisi 2010da Ankara ve İstanbul’da Ahmet Davutoğlu’naziyaret gerçekleştirmiş ve mümkün olduğunca ilişkilerimizi devam ettirmeye çalışıyoruz diyerek diğer ülkelerle olan irtibatları konusunda  Abd’nin11eylülden sonra terör listesine koyulduğunu belirterek yapılan haksızlığa vurgu yaptı, ülkelerin bakış açılarının da bu çizgide cereyan ettiğini, oysa bizler kendi topraklarımızda özgürlük mücadelemizi yapıyoruz.abd’nin ilgili kurumlarına bunları ilettiklerini fakat sonuç alınamadığını belirten Hacı Murat, Bush ve obama döneminde ilgili kurumlara burada terör değil, kendi topraklarında özgürlüklerini isteyen Müslümanlarız diye yazılı iletiler gönderdiklerini ifade etti. Mindeneo ’dabazı grupların  sivillere yönelik faaliyetleri bizlere lanse edilmeye çalışılıyor ama Filipinler halkı  ve herkes bunu gayet iyi biliyor ki bizler sivillere yönelik faaliyetleri tasvip etmiyoruz ve sivillere yönelik yapılan her saldırı da kınama açıklamaları yapılmaktadır.Ulusal kurtuluş cephesiyle birleşme noktasında ise Ulusal kurtuluş cephesiyle aynı çatıda olmamız mümkün değil onlar bizlerden onlara katılmamızı istiyorlar, bizlerin üzerinde tahakküm uygulamak istiyorlar oysa halkın %80i milf e destek vermektedir. Bu noktada öz eleştiri yapmalılar. Filipin hükümeti 1950’den sonra özellikle Hıristiyan halkı Müslüman bölgelere yerleştirdi ve yerleştirmeye de devam ediyor  ve Hıristiyanlaştırma politikalarını yoğunlaştırdılar hatta çalışan her Hristiyan akşamları 2 saatini misyonerliğe ayırıyor. Bizler ise Müslümanların Hıristiyanlara özenmesine ve onlara benzememesi için belirli çabalar gösteriyoruz ve bununla alakalı her daim tebliğ ve cihatla engel çalışmaları yapıyoruz. Son olarak Türk halkının bizi düşünüyor olmasından memnun oluyoruz.
     Diğer ziyaret ettiğimiz yerlerden biri de Kur’an Kursu oluyor. Burası çok güzel bir arazi üzerinde ve daha bu sene kurulmuş. Tam manasıyla bitmiş de değil yine de eğitim faaliyetine başlamışlar eksiklerine rağmen. Kursun hocaları Medine İslam üniversite mezunu. İlgililer kursun 4 ay önce açıldığını ve 30 a yakın öğrencisi bulunmakta olduğunu söylediler.  Öğrencilerin zekâ düzeyine göre 3 ay da hafızlık çalışması uyguluyorlar, bunun yanında çeşitli İslami ilimlerin de okutulacağı vurguladılar. Hocalara Kursun ihtiyaçlarını resmi yazıyla talep dilekçesi oluşturup ihh insani yardım vakfına iletmelerini söyleyip buradan ayrıldık.
     Ramazanın 3.günü 3.erzak dağıtımımız dünyanın 2.büyük nehri olan mindeneo nehrinin (Nil’den sonraki nehir) kıyılarında adeta su üzerinde köy oluşturan Müslümanların bölgesinde bakaun’da yapıyoruz. Burası o kadar farklı bir yer ki, buradaki insanlar köylerinden zorla çıkarıldıktan sonra buralara gelip su üzerinde ahşaptan evler oluşturmuşlar sanki kendilerine yapılan  zulme bu topraklar bizim hiçbir yere gitmiyoruz mesajını veriyorlar.



Erzak dağıtımımızı ise aklımızın ucuna dahi gelmeyecek bir  yerde gerçekleştiriyoruz. Dağıtım yerimiz  su üzerinde  ve etrafı ahşap kazıklarla çevrili, içi ise Hindistan cevizi kabukları ve yapraklarının doldurulmasıyla  adeta bir alan oluşturulmuş. işte tam böyle bir yerde yardımlarımızı yapıyoruz. Burada herkes evinden kayıklarıyla bir yerlere gitmekte evler tamamen sular üzerinde. İnsanlar evden çıktıklarında direk suya temas etmekteler. Erzaklarını almaya gelen halk buradan tekrar evine gitmek için yola koyulmakta ince uzun kayıklardaki insanların sessizce evlerine doğru giderken sizler için çokça dua yapıyor, bizleri unutmayan kardeşlerimize selamlar iletmekteler.

Ramazanın 4.günü sabahtan ihh’nın yaptırmış olduğu Darul Ulum vel Hikmet okulunu ve müdürünü ziyaret ediyoruz. Yetimhanemizdeki yetimlerimiz ve Müslüman kardeşlerimizin evlatları burada eğitim görmekteler. geçen sene burada 100den fazla öğrenci varmış.bu sene ise öğrenci sayısı 262 kişiye yükselmiş..

Okulumuzda 9 sınıf mevcut ve üst kat çıkılırsa bu rakam daha fazla olabilir. Güzel taraflardan biri de burada anaokulu bile mevcut. gerçekten güzel bir işe ortaklık ettiğimiz için Allaha tekrar tekrar şükrediyoruz. Burada okuyan öğrenciler üniversiteye geçtiklerinde Türkiye’de www.ytb.gov.tr sitesinden (yurtdışı akraba toplulukları birliği) başvuru yaparak ve başvuruları kabul görüldüğünde ülkelerindeki tc konsolosluklarında mülakat yapılarak burslu olarak tr de eğitim imkânlarından yararlanabiliyorlar. Moro’da ihh’nın kayda değer çalışmaları olduğunu ve bunların ilerleyerek daha da güzel işlerin olacağına (yetimhane, üniversite, hastane) şahitlik edeceğiz. Yapılan tüm bu çalışmaların karşılığı olarak rızayı ilahi üzerimize çekebilmek tek ana gayemizdir. Kardeşlik bilincimizin yoğunlaşması dileği ile… yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
     Moro’dan Manila’ya doğru  yola çıkıyoruz ve kısa bir süre içinde uçağımız Manila’dan Malezya ya doğru havalanıyor. Uçağımızın kalkışıyla beraber iftar vaktimiz geliyor. İlgililere oruçlu olduğumuzu söylediğimizde vakit kaybetmeden yemeklerimizi öncelikli olarak bizlere sunuyorlar. Rabbimizin bir lütfu olarak yolculuğumuzu gayet güzel bir şekilde Türkiye ‘ye kadar tamamlıyoruz.  Âlemlerin Rabbi olan Allah’a bizlere bahşetmiş olduğu İslam kardeşliğinin vermiş olduğu güzelliklerinden dolayı sonsuz Hamd-u senalar olsun.  Ne kadar uzak görünse de uzakları yakın yapan , yakın gösteren ve sadece Müminlere özel ulvi bir değere sahibiz. Moro’ya gidecek olan kardeşlerim mutlaka daha önce bölgeye gitmiş olan kardeşlerin seyahatname veya raporlarını gitmeden önce okumaları bölge hakkında bilgi sahibi olmak gittiğinizde size çok şey kazandıracaktır. Allah yolunuzdaki engelleri kaldırsın.


30 Ağustos 2012 Perşembe

Ramazanda Mekke-i Mukerreme ve Medine-i Munevvera


Ramazanda Mekke-i Mukerreme ve Medine-i Munevvera

Hac ve Umre bilindiği üzere en önemli ibadetlerdendir. Hac zengin olan her müslümana farz olan bir ibadet, Umre ise sünnet bir ibadetir. Ramaza ayında yapılan Umre içnse Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) “ Ramazanda Umre yap, zira o ayda Umre tıpkı Hacc gibidir” (Ebu Davud Hacc 79, Tirmizi Hacc 95) buyurmuşlardır. Bu Ramazan ayında Rabbim Umre yapmayı nasip etti. Bende sizlere o kutlu beldelerdeki gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.

Ramazanın en önemli özelliğnden birisi de ikram ayı olmasıdır. Tabiki bu ikramın kutsal beldelerde yapılması ise işe çok daha farklı boytlar kazandırmaktadır. Aslında Ramazan Umresi tamamen bir çalışma ayı olarak ortaya çıkmaktadır. Belki memleketimizde sarf ettiğimiz çabanın kat ve katı Rabbimizin inayeti ile oralarda gösterilmektedir. Manevi iklimi olarak ibadet yoğunluğu sizi bu çabaya sevk etmektedir. Evet aslında Hac ve Umre birer tatlı meşakkat olarak ortaya çıkmaktadır. Yaptığınız ibadetlerin sonunda yorgunluğunuzun yanında tatlı bir huzur ile dolduğunuzu hisseder ve fiziksel yorgunluğunuzun aslında bir hiç olduğunu anlarsınız.

Mekkede Ramazanın son 10 gününde  gün boyunca yaşananları özetlemek isterim. Hayat aslında orada öğle namazından sonra başlamaktadır. Özellikle bizim yaptığımız sofra çalışması da bunu gerektirmekteydi. Sofra nedir önce onu açıklamakta yarar var. Dediğimiz gibi Ramazan ayı ikram ayı, ve özellikle Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi de müslümanlar bir müslüman kardeşinin orucunu kendi eli ile açtırmak için yarış ederler. Bu yüzden her iki mescidde de sofralar açılır ve bu sofralarda hurma, zemzem, çay ve kahve ikramları ile herkes bir kardeşinin orucunu açmasına vesile olmaya çalışır. Biz de bu sofların bir parçası olarak bu çalışmalara yardımcı olmak üzere öğle namazından sonra ikindi yaklaşırken hurma taşıyarak işe başlarız. Mescid-i Haram’ a varıldığında ise ikindiye kadar ibadat ile meşgul olunur. İkindiden sonra mukabele okunur ve sofra hazırlık çalışmaları başlar. Örtüler serilir, hurmalar tabaklara doldurulur, hazırlanan hurmalar sofraya dağıtılır, artanlar yoldan geçen ümmetin üylerine ikram edilir. Son yarım saat kala zemzem ikramı başlar. Akşam ezanı okunur ve 15 dakika içerisinde oruçlar açılır. Müezzin kamet getirince herkes şükrünü eda ederek namaza kalkar. Akşam namazı sonrası ikram sahiplerinin çay dağıtımı başlar ki bu sadece bizim katıldığımız sofradaki özelliktir. Akşam namazında dışarı çıkıp iftar yemeği yemeğe gitmek ise Teravide yer bulamamak anlamına geldiği için kimse yerinden kıpırdamaz ve namaza kadar ibadat ile meşgul olur. Yatsı namazı Teravih ile beraber saat 23:30 a kadar sürer. Bundan sonra yemek yemek ve abdest almak için otele gidilir. Otele gidince uzatabilirseniz ayaklarınızı bir 15- 20 dk. uzatır sonrasında gece 1:00 da başlayacak olan Teheccüt yani gece namazı için yola çıkarsınız. Gece namazıda gece saat 2:30 a kadar sürer. Gece namazlarının sonunda kılınan selat-i Vitir namazı sizin bu maratondaki geldiğiniz en uç noktadır çünki burada dua edilir. İşin en üzücü tarafı  Türkiyeden gelen müslümanlar olarak Arapça anlamadığımızdan dolayı İmamın yakarış ve ağlayışlarına eşlik edememenin sıkıntısını yaşarız. Bir Batılı, Müslüman olduğunda ilk öğrendiği şey Arapça olmasına rağmen, şahsım da dahil olmak üzere Arapçadan kopuk olmamız imamın yaptığı dualarda, okuduğu ayetlerde ağlamasının sebebini anlayamayışımız aslında bizim bir ayıbımızdır. Bu durumdaki bir topluluğun diğer ümmetlere örnek olabilmesi konusunu çok ciddi irdelememiz gerekmektedir. Teheccüt namazı biter ve sahur sofrası Kabede kurulur. Taki ezan okunana kadar. Sabah namazı kılındıktan sonra kimimiz istirahata çekilir, kimisi de işrak namazını kıldıktan sonra otele gider. Öğle namazına kadar olan dinlenmeden sonra tekrar bu maraton arefe gününün yatsı namazına kadar aynı şekilde devam eder.

Bu maratonda gözlemim şudur ki, müslümanların nasıl hayırda birbirleri ile yarıştıklarını görürsünüz. Bazen bu yarış öyle bir hal alır ki kıran kırana bir mücadeleye sebep olur. İşte tam bu noktada dünyadaki Müslümanların ne halde olduğunu orada müşahade etme imkanı bulursunuz. Bu kıran kırana sevap mücadelesi sırasında Ümmetin üyelerinin çok basit şeylerden birbirlerini kırdıklarına şahit olursunuz. Ümmetin ne kadar dağınık ve parça parça olduğunu görürsünüz. Tamda bu noktada tüm İslam ülkelerinin aynı dine inanıp, siyasi olarak farklı tellerden çalmasının avam durumunu görürsünüz. Buna rağmen oradaki rahmetten ötürü Ümmetin her renginin sıkıca saf tuttuğuna, namazdan sonrada ağlayarak birbirini kucakladığına şahit olursunuz. İşte Müslümanların tek bir başa sahip olmayışı her konuda bizleri dağınık bir halde tutmakta. Buna rağmen Ümmet her zaman Kabenin ve kutsal yerlerin verdiği maneviyatla anlık ta olsa bu farklılıkları aşmasını bilmektedir. Bunların yanında Ümmetin bireylerinin her parçasının ne kadar cahil bırakıldığını görmek mümkün. Her an şahit olduğum mescitte yer kapma savaşları bu eğitimsizliğin hangi safhalarda olduğunun malesef kanıtı olmuştur. Bu eğitimsizlik şu yada bu ülke için değil tüm Müslüman ülkeler için geçerlidir. Kimisi mekan kavgasında kimisi de Kabenin karşısında gereksiz muhabbet işlerinde. Hepimiz eksiğiz maalesef. Ancak İslamın Ümmetinin büyüklüğünü değişik renk ve yedi kıtadan gelen insalara bakarak müşahade etmek mümkün. Yanlızca toparlanmaya ihtiyacımız var.

Kutsal yerlerin dışına biraz çıkıp ülke perspektifine değinelım. Şehir hayatının içindeki kişilerle konuştuğunuzda karşınıza sorunlar yumağı ortaya çıkıyor. Adaletten tutunda kayırmacılığa ve sınıf farkına kadar her türlü haksızlığın olması sizleri ürpertiyor. Ülkenin bir kısmına kuralların uygulanıp diğerlerine uygulanmaması dünya üzerinde İslamın kanunlarının uygulanmadığı fikrimizin temellerini kuvvetlendiriyor. Sistem zaten eşitsizlik (ümmet arasında) kurulduğu için otomatik sınıf farkını ortaya çıkarıyor. Bu sınıf farkı bizim analadığımız manadaki zengin fakir sınıf farkından ziyda belli bir aile üyesi olup olmama anlamını taşıyor. Evine konuk olduğumuz Seyyid bir üstadımızın bize aktırdığı, kutsal emanetlere ve ehli beyte karşı takınılan olumsuz davranış örnekleri de huzur bulduğumuz o mekanların biraz dışında aslında huzursuzluk olduğunu bizlere gösteriyor. En çarpıcı örnek ise yeni nesil Seyyidlerin isimlerinin önlerine Seyyid lakabını almayacaklarına dair matbu bir evrak imzalatmaları. Gençlik kısmına gelince, gençlik her türlü kontrol sistemine rağmen popüler batı kültürüne orada da yenik düşmüş durumda. Batılılaşma kutsal topraklarda bile alabildiğince hızlı ilerlemekte. Siz ne kadar Yahudi ve Hristiyanları fiziksel olarak kutsal topraklara sokmasanız da ürün ve alış veriş alışkanlıkları ile gayri müslimler bir fiil oradalar. Gençler alış veriş yerlerinde batı tarzı giyim ve saç sitilleri ile bizim sokaklarımızı aratmamakta. Aslında özentinin bizden daha yüksek boyutlarda olduğunu göremek mümkün. Çünkü sistem, üretim toplumundan ziyade parası olan ve bu parayı harcamak için alanlar arayan topluluklardan ibaret. Gençlerin büyük bir çoğunluğuna manevi terbiye veremedikleri gibi, katı  yaptırımlar uygulayarak gençleri adeta çanak antenlerin esiri konumuna getirmiş durumdalar. Buda bize gençliğin her toplumda ciddi bir erezyon içerisinde olduğunu ve buna klasik yöntemlerle çözüm getirmenin sonuç vermediğini gösteriyor. Diğer üzücü bir gözlem de tarih bilincinin olmaması. Bunu sadece Osmanlı Tarihi ve eserleri açısından değil İslam tarihi ve eserleri açısından değerlendirmek gerekir. Mukim olan insanların söyledikleri, mesela Medine-i Münevvera da en eski binanın 3 yıllık olduğudur. İslam tarihi açısından çok kıymetli Peygamber Efendimiz (SAV) zamanına, sahabi , tabiin ve tebeuttabiin zaman dilimlerine ait her türlü kalıntının ve bilginin de yok edilmesi kutsal beldelerde yaşayan ve oraları ziyaret eden herkesin şikayet konusu. Tabi ifrat ve tefrit malesef bizlerin en büyük handikapı. İnsanlarımızın tarihi metaları kutsama girişimleri ile bu tarihi önemli ürünleri ve sembolleri yıkıp yakmak ortadan kaldırmak aslında aynı kefede olsa gerek.

Her şeye rağmen bu kutsal beldelere gitmek, ibadet etmek, yaşamak ve hatta Cennetül Bakide gömülmeyi istemek bizlerin en büyük arzusu olmalıdır. Çünki bu beldeler her şeye rağmen müjdelenmiş ve korunmuş beldelerdir. Bu sıkıntılara rağmen orda yaşayan insanlar Allah c.c rahmetini ve bereketini, Peygamberin şefkatini her türlü hissettiklerini, zaten İslamın bu müjdelerinin kendilerine en büyük destek olduğunu ifade etmekteler. Aynı zamanda siz de bir Hacı olarak bu hissiyatı iliklerinize kadar hissetmektesiniz. Tabi özlemler ve istekler var ancak hepimiz Ümmet olarak birbirimize sahip çıkıp, aramızdaki birliği tekrar oluşturarak bu sorunların üstesinden gelmesini biliriz. Bu sebeple Ramazanda Mekke ve Medine ziyaretlerini hem Ümmet bilincinin kazanılması hem de manevi iklimin solunması açısından herkese özellikle de gençlere tavsiye ediyorum.

Arafat Salih Aydıner
YediHilal Uluslararası İlişkiler Başkanı

21 Haziran 2012 Perşembe

İtalya İzlenimleri




    Yaptığım bir haftalık kısa Avrupa turunun 2 gününü İtalya’da geçirdim. Bu sürede Venedik, Floransa, Siena ve Pisa’yı gezme fırsatı buldum.

   İtalya’ya ilk girdiğimiz andan itibaren bizde inanılmaz bir hayal kırıklığı başladı. Oraya gitmeden önce İtalya’nın zaten pek parlak bir ülke olmadığını duymuştuk ancak bu kadarını  beklemiyorduk. Gariplikler otobanda dahi karışık olan levhalarla başladı. Bunun yanında otoban ücretleri çok fazlaydı. 7 günlük seyahatimizin 2 gününde İtalyan otobanlarındaydık sadece ve bu iki günde sadece otoban ücreti olarak 100 Euro ödemek zorunda kaldık. İtalya dışında ziyaret ettiğimiz diğer ülkelerde ya otoban ücreti diye bir şey yoktu ya da bu ücret 10 Euro’yu geçmiyordu. İtalyanların  şehirlerinin sadece belli kısımları düzenli ve güzeldi. Örneğin Venedik’te o meşhur kanalların olduğu bölgenin dışı adeta bir köyü andırıyor. Toplu taşıma araçları bile kalitesiz, pis ve eski görünüyordu.  Aynı şey diğer şehirler içinde geçerli. Akşam saat 9’dan sonra tüm bu turistik yerlerde dahil olmak üzere doğru düzgün açık bir dükkan bulunamıyor. Hayat adeta duruyor, sokaklar boşalıyor. İtalya’nın diğer ülkelere nazaran daha düzensiz, pahalı ve Avrupa Birliği’nin standartlarını düşüren bir ülke olduğunu söyleyebilirim.  Kişi başına düşen milli gelirin yaklaşık 22.000 Dolar olduğu bu ülkede ekonomik verile hiçte iyi görünmüyor. Yaklaşık 10 senedir İtalya’da yaşayan bir Türk restoran işletmecisi ile konuştuğumuzda kendisi İtalya’nın gün geçtikçe battığını ve bu noktadan sonra dönüşün zor olduğunu söylüyor. Özellikle üretim yapan fabrikaların kapandığını ve bunun işsizlik gibi sorunlar ortaya çıkardığını söyledi. İtalya’nın ithalatı özellikle bu kapanmalardan sonra artmış. Bu artış özellikle Almanya’dan gelen mallarda görülmüş. Bunun yanında İtalya’da milliyetçilik had safhada. Oradaki İtalyan görevliler özellikle İtalyan olmayan işletmeleri sık sık ziyaret ve teftiş edip olur olmadık cezalar yazıyorlarmış. Bu Türk vatandaşı olan işletmeci bu şekilde 10larca defa garip cezalar yediğini anlattı bize.

    Bu ülke bana biraz da Türkiye’yi anımsattı. Diğer Avrupa ülkelerinde karşıdan karşıya geçecek bir yaya olduğunda arabalar durup yayaya yol verirler ancak İtalya’da kesinlikle öyle bir durum söz konusu değil. Trafikte kurallara pek uyulmuyor. Hırsızlık ve dolandırıcılık çok fazla görülüyormuş. Turistlerin arabalarının camlarının patlatıldığı bile oluyormuş otoparklarda. İnsanları gayet rahat ve disiplinsizler. Genel olarak baktığımız zaman bu ülkenin Avrupa Birliği’nde olması beni çok şaşırttı. Bu ve bunun gibi ülkeler Avrupa Birliği’nde yer alırken bizim ülkemizin yer almaması ise gerçekten trajikomik bir durum.

   Venedik’te kanalların olduğu bölge gerçekten etkileyici bir bölge, bunun yanında Floransa tam bir Rönesans şehri. Her sokak başında bir heykel, tarihi bir yapı veya müze görebilirsiniz. Siena ise küçük bir kasabayı andırıyor, Floransa’ya yaklaşık 55 km. Son olarak Pisa ise tam bir köy. Tek güzellik Pisa Kulesinin olduğu 1 Km karelik bir alan, dışarı çıktığınızda bir köyü andırıyor ve güvenliğiniz dahi tehlikede oluyor. Akşamları sokaklarda İtalyan görmek çok zor. Genelde zenciler ve göçmenlerle karşılaşabilirsiniz. Bu manzaralardan sonra planımızda olmasına rağmen Milano’ya gitmekten vazgeçtik çünkü bir an önce İtalya’dan çıkıp daha gelişmiş Avrupa ülkelerini görmenin daha faydalı olacağını düşündük.

                                                                                                              Osman Yurttadur

Almanya İzlenimleri



      Almanya kişi başına düşen milli geliri yaklaşık 29.000 Dolar olan 83 milyon nüfuslu bir dev. Almanya’da sadece bir gün kalabildim ve sadece Münih kentini ziyaret ettim. İtalya’dan Almanya’ya geçince farklılıklar direk gözünüze çarpıyor. Öncelikle otobanda kurallara uyan şoförler, yolların kenarında olan evlerin yapıları ve düzenleri size farklı bir yere geldiğinizi hatırlatıyor hemen. Almanya’da otobanlarda birçok yerde hız sınırı yok, zaten otobanda yavaş giden arabada pek göremiyorsunuz. Tabi birçoğu Mercedes, BMW, Audi ve Porsche gibi markalar olunca bu hız sınırı olmaması olayı bize gayet mantıklı geldi.

      Otobandan sonra Münih’e geldiğiniz zaman buranın tam bir sistem şehri olduğunu görebiliyorsunuz. Düzenli yollar, düzenli yapılar ve insanların kurallara uyması bunu bize gösterdi. Münih’te de çok fazla Türk’e rastladık. Bir yeri sormamız gerektiğinde, adres tarifi alacağımız zaman İngilizcemize yahut Almancamıza hiç gerek duymadık. Her an bir Türk’le karşılaşıp bir Türk işletmesi görebiliyorsunuz etrafınızda. Ekonomik olarak Almanlar’ın bu son krizden 0 kayıpla çıktığını söyleyemeyecek olsakta ben ekonomilerinde çok büyük sorunlar yaşayacaklarını zannetmiyorum. Zor işleri Türklere ve diğer göçmenlere yaptırıp, rahat işlere Almanları yerleştirerek zaten hali hazırda bir sistem kurmuşlar ve bu sistem sürekli üretiyor. Avrupa’nın üreticisinin Almanya olduğuna inanıyorum ve Avrupa’nın kaymağını Almanya yiyor gibi. Teknolojilerinin zaten çok ileri düzeyde olduğunu biliyoruz.

     Bunun yanı sıra sokakta çok fazla genç göremedik. Gördüğümüz insanların yaş ortalamarı yüksekti ve bu yaşlı insanlar dahi yolda bisiklet kullanıyorlar. Araba süren insan kadar bisiklet kullanan insan da görmeniz mümkün. Bisikletliler için özel yollar var ve her yaştan, her sınıftan insan bunu kullanıyor. Yolda işine giden, takım elbiseli, bisiklet kullanan bir işadamı görmeniz gayet doğal bir durum. Aynı şekilde 70 yaşında hanımıyla beraber bisiklet turu atan bir Alman görmekte şaşılası bir durum değil. Pek fazla genç nüfus yok demişken bunun yanında birçok Türk gence de rastladığımızı söylemeliyim ancak 3. Nesil Türklerde ciddi bir asimilasyon sorunu olduğu göze çarpıyor. Bunu dışarıdaki davranışlarından bile anlamanız mümkün ki birçok araştırmada bunu destekliyor.

     Münih’te de birçok müze ve tarihi yapının olduğunu da söylemek gerek. Ancak vaktimiz sınırlı olduğu için buraları ziyaret edemedik. Genel olarak 2 Dünya savaşında da yenilgiler almış bir ülkenin bu denli toparlanmasını ve sistematik bir şekilde büyümesini, bu düzenini takdir etmemek elde değil. Bana kalırsa bunu da muhteşem disiplinlerine ve sistemlerine borçlular.
                                   
                                                                                                                    Osman Yurttadur

Katar İzlenimleri


Katar / Mart 2012

Katar’da iş sebebi ile 3 gün kalabildim. Ekonomik ve sosyal açıdan Katar’da diğer körfez ülkelerine çok benziyor.1 milyon 800 bin nüfuslu çok küçük bir ülke. Buna rağmen refah oldukça yüksek. Körfez ülkeleri arasında kişi başına gelir seviyesinde en yüksek ülke. Hatta bazı kurumların verilerine göre dünyanın en yüksek kişi başına geliri Katar’da. Söz konusu kişi başına gelir olduğunda Almanya, ABD gibi dünya devlerini bile ikiye katlıyor.

Ufak nüfusa rağmen üretimi fena değil. Sanayi bölgelerini gezdiğinizde dev üretim tesisleri görüyorsunuz.

Sosyal yaşamda diğer körfez ülkelerinde de bulunan ırkçılık hemen göze batıyor. Katar’ın yerlisi en iyi işlerde çalışıyor, en az yorucu işlerin altına giriyor ama asıl iş  yükünü çeken hintli ve bangladeşliler ,  Katar’lıların aldıkları maaşın 3’te birini dahi alamıyorlar. Aynı işie yapan iki insan sadece yerli olup olmamasına bağlı olarak farklı maaş alabiliyor. Kalifikasyonları uygun olsa dahi yabancıları genelde idari noktalara, yüksek maaş alabilecekleri mertebelere getirmiyorlar.

Mesela içki kağıt üzerinde herkese  yasak. Fakat hayatın kendisine baktığınızda pratikte işlerin farklı ilerlediğini görüyorsunuz. Katar’lıların takıldığı ve içki içildiği herkesçe malum yerlese polis asla baskın yapmıyor. Ama bir hintli dini izin verdiği halde içki içmeye kalksa hemen hapse atılıyor ve genelde sorgusuz sualsiz sınırdışı ediliyor. Bahreyn hariç bu durum tüm körfez ülkelerinde üç aşağı beş yukarı aynı.

Havalimanında x-ray kontrolü sırasında dahi yerlilere gösterilen kibarlığın yanında yabancı işçilere uygulanan psikolojik zulmü ve aşağılanmayı rahatlıkla farkediyorsunuz. Irka dayalı farklı muamele dünyanın en ırkçı bilinen memleketlerinde dahi bu seviyede değil (Örneğin Güney Afrika).

                                                                                                                   Zafer Özsatıcı