30 Ağustos 2012 Perşembe

Ramazanda Mekke-i Mukerreme ve Medine-i Munevvera


Ramazanda Mekke-i Mukerreme ve Medine-i Munevvera

Hac ve Umre bilindiği üzere en önemli ibadetlerdendir. Hac zengin olan her müslümana farz olan bir ibadet, Umre ise sünnet bir ibadetir. Ramaza ayında yapılan Umre içnse Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) “ Ramazanda Umre yap, zira o ayda Umre tıpkı Hacc gibidir” (Ebu Davud Hacc 79, Tirmizi Hacc 95) buyurmuşlardır. Bu Ramazan ayında Rabbim Umre yapmayı nasip etti. Bende sizlere o kutlu beldelerdeki gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.

Ramazanın en önemli özelliğnden birisi de ikram ayı olmasıdır. Tabiki bu ikramın kutsal beldelerde yapılması ise işe çok daha farklı boytlar kazandırmaktadır. Aslında Ramazan Umresi tamamen bir çalışma ayı olarak ortaya çıkmaktadır. Belki memleketimizde sarf ettiğimiz çabanın kat ve katı Rabbimizin inayeti ile oralarda gösterilmektedir. Manevi iklimi olarak ibadet yoğunluğu sizi bu çabaya sevk etmektedir. Evet aslında Hac ve Umre birer tatlı meşakkat olarak ortaya çıkmaktadır. Yaptığınız ibadetlerin sonunda yorgunluğunuzun yanında tatlı bir huzur ile dolduğunuzu hisseder ve fiziksel yorgunluğunuzun aslında bir hiç olduğunu anlarsınız.

Mekkede Ramazanın son 10 gününde  gün boyunca yaşananları özetlemek isterim. Hayat aslında orada öğle namazından sonra başlamaktadır. Özellikle bizim yaptığımız sofra çalışması da bunu gerektirmekteydi. Sofra nedir önce onu açıklamakta yarar var. Dediğimiz gibi Ramazan ayı ikram ayı, ve özellikle Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi de müslümanlar bir müslüman kardeşinin orucunu kendi eli ile açtırmak için yarış ederler. Bu yüzden her iki mescidde de sofralar açılır ve bu sofralarda hurma, zemzem, çay ve kahve ikramları ile herkes bir kardeşinin orucunu açmasına vesile olmaya çalışır. Biz de bu sofların bir parçası olarak bu çalışmalara yardımcı olmak üzere öğle namazından sonra ikindi yaklaşırken hurma taşıyarak işe başlarız. Mescid-i Haram’ a varıldığında ise ikindiye kadar ibadat ile meşgul olunur. İkindiden sonra mukabele okunur ve sofra hazırlık çalışmaları başlar. Örtüler serilir, hurmalar tabaklara doldurulur, hazırlanan hurmalar sofraya dağıtılır, artanlar yoldan geçen ümmetin üylerine ikram edilir. Son yarım saat kala zemzem ikramı başlar. Akşam ezanı okunur ve 15 dakika içerisinde oruçlar açılır. Müezzin kamet getirince herkes şükrünü eda ederek namaza kalkar. Akşam namazı sonrası ikram sahiplerinin çay dağıtımı başlar ki bu sadece bizim katıldığımız sofradaki özelliktir. Akşam namazında dışarı çıkıp iftar yemeği yemeğe gitmek ise Teravide yer bulamamak anlamına geldiği için kimse yerinden kıpırdamaz ve namaza kadar ibadat ile meşgul olur. Yatsı namazı Teravih ile beraber saat 23:30 a kadar sürer. Bundan sonra yemek yemek ve abdest almak için otele gidilir. Otele gidince uzatabilirseniz ayaklarınızı bir 15- 20 dk. uzatır sonrasında gece 1:00 da başlayacak olan Teheccüt yani gece namazı için yola çıkarsınız. Gece namazıda gece saat 2:30 a kadar sürer. Gece namazlarının sonunda kılınan selat-i Vitir namazı sizin bu maratondaki geldiğiniz en uç noktadır çünki burada dua edilir. İşin en üzücü tarafı  Türkiyeden gelen müslümanlar olarak Arapça anlamadığımızdan dolayı İmamın yakarış ve ağlayışlarına eşlik edememenin sıkıntısını yaşarız. Bir Batılı, Müslüman olduğunda ilk öğrendiği şey Arapça olmasına rağmen, şahsım da dahil olmak üzere Arapçadan kopuk olmamız imamın yaptığı dualarda, okuduğu ayetlerde ağlamasının sebebini anlayamayışımız aslında bizim bir ayıbımızdır. Bu durumdaki bir topluluğun diğer ümmetlere örnek olabilmesi konusunu çok ciddi irdelememiz gerekmektedir. Teheccüt namazı biter ve sahur sofrası Kabede kurulur. Taki ezan okunana kadar. Sabah namazı kılındıktan sonra kimimiz istirahata çekilir, kimisi de işrak namazını kıldıktan sonra otele gider. Öğle namazına kadar olan dinlenmeden sonra tekrar bu maraton arefe gününün yatsı namazına kadar aynı şekilde devam eder.

Bu maratonda gözlemim şudur ki, müslümanların nasıl hayırda birbirleri ile yarıştıklarını görürsünüz. Bazen bu yarış öyle bir hal alır ki kıran kırana bir mücadeleye sebep olur. İşte tam bu noktada dünyadaki Müslümanların ne halde olduğunu orada müşahade etme imkanı bulursunuz. Bu kıran kırana sevap mücadelesi sırasında Ümmetin üyelerinin çok basit şeylerden birbirlerini kırdıklarına şahit olursunuz. Ümmetin ne kadar dağınık ve parça parça olduğunu görürsünüz. Tamda bu noktada tüm İslam ülkelerinin aynı dine inanıp, siyasi olarak farklı tellerden çalmasının avam durumunu görürsünüz. Buna rağmen oradaki rahmetten ötürü Ümmetin her renginin sıkıca saf tuttuğuna, namazdan sonrada ağlayarak birbirini kucakladığına şahit olursunuz. İşte Müslümanların tek bir başa sahip olmayışı her konuda bizleri dağınık bir halde tutmakta. Buna rağmen Ümmet her zaman Kabenin ve kutsal yerlerin verdiği maneviyatla anlık ta olsa bu farklılıkları aşmasını bilmektedir. Bunların yanında Ümmetin bireylerinin her parçasının ne kadar cahil bırakıldığını görmek mümkün. Her an şahit olduğum mescitte yer kapma savaşları bu eğitimsizliğin hangi safhalarda olduğunun malesef kanıtı olmuştur. Bu eğitimsizlik şu yada bu ülke için değil tüm Müslüman ülkeler için geçerlidir. Kimisi mekan kavgasında kimisi de Kabenin karşısında gereksiz muhabbet işlerinde. Hepimiz eksiğiz maalesef. Ancak İslamın Ümmetinin büyüklüğünü değişik renk ve yedi kıtadan gelen insalara bakarak müşahade etmek mümkün. Yanlızca toparlanmaya ihtiyacımız var.

Kutsal yerlerin dışına biraz çıkıp ülke perspektifine değinelım. Şehir hayatının içindeki kişilerle konuştuğunuzda karşınıza sorunlar yumağı ortaya çıkıyor. Adaletten tutunda kayırmacılığa ve sınıf farkına kadar her türlü haksızlığın olması sizleri ürpertiyor. Ülkenin bir kısmına kuralların uygulanıp diğerlerine uygulanmaması dünya üzerinde İslamın kanunlarının uygulanmadığı fikrimizin temellerini kuvvetlendiriyor. Sistem zaten eşitsizlik (ümmet arasında) kurulduğu için otomatik sınıf farkını ortaya çıkarıyor. Bu sınıf farkı bizim analadığımız manadaki zengin fakir sınıf farkından ziyda belli bir aile üyesi olup olmama anlamını taşıyor. Evine konuk olduğumuz Seyyid bir üstadımızın bize aktırdığı, kutsal emanetlere ve ehli beyte karşı takınılan olumsuz davranış örnekleri de huzur bulduğumuz o mekanların biraz dışında aslında huzursuzluk olduğunu bizlere gösteriyor. En çarpıcı örnek ise yeni nesil Seyyidlerin isimlerinin önlerine Seyyid lakabını almayacaklarına dair matbu bir evrak imzalatmaları. Gençlik kısmına gelince, gençlik her türlü kontrol sistemine rağmen popüler batı kültürüne orada da yenik düşmüş durumda. Batılılaşma kutsal topraklarda bile alabildiğince hızlı ilerlemekte. Siz ne kadar Yahudi ve Hristiyanları fiziksel olarak kutsal topraklara sokmasanız da ürün ve alış veriş alışkanlıkları ile gayri müslimler bir fiil oradalar. Gençler alış veriş yerlerinde batı tarzı giyim ve saç sitilleri ile bizim sokaklarımızı aratmamakta. Aslında özentinin bizden daha yüksek boyutlarda olduğunu göremek mümkün. Çünkü sistem, üretim toplumundan ziyade parası olan ve bu parayı harcamak için alanlar arayan topluluklardan ibaret. Gençlerin büyük bir çoğunluğuna manevi terbiye veremedikleri gibi, katı  yaptırımlar uygulayarak gençleri adeta çanak antenlerin esiri konumuna getirmiş durumdalar. Buda bize gençliğin her toplumda ciddi bir erezyon içerisinde olduğunu ve buna klasik yöntemlerle çözüm getirmenin sonuç vermediğini gösteriyor. Diğer üzücü bir gözlem de tarih bilincinin olmaması. Bunu sadece Osmanlı Tarihi ve eserleri açısından değil İslam tarihi ve eserleri açısından değerlendirmek gerekir. Mukim olan insanların söyledikleri, mesela Medine-i Münevvera da en eski binanın 3 yıllık olduğudur. İslam tarihi açısından çok kıymetli Peygamber Efendimiz (SAV) zamanına, sahabi , tabiin ve tebeuttabiin zaman dilimlerine ait her türlü kalıntının ve bilginin de yok edilmesi kutsal beldelerde yaşayan ve oraları ziyaret eden herkesin şikayet konusu. Tabi ifrat ve tefrit malesef bizlerin en büyük handikapı. İnsanlarımızın tarihi metaları kutsama girişimleri ile bu tarihi önemli ürünleri ve sembolleri yıkıp yakmak ortadan kaldırmak aslında aynı kefede olsa gerek.

Her şeye rağmen bu kutsal beldelere gitmek, ibadet etmek, yaşamak ve hatta Cennetül Bakide gömülmeyi istemek bizlerin en büyük arzusu olmalıdır. Çünki bu beldeler her şeye rağmen müjdelenmiş ve korunmuş beldelerdir. Bu sıkıntılara rağmen orda yaşayan insanlar Allah c.c rahmetini ve bereketini, Peygamberin şefkatini her türlü hissettiklerini, zaten İslamın bu müjdelerinin kendilerine en büyük destek olduğunu ifade etmekteler. Aynı zamanda siz de bir Hacı olarak bu hissiyatı iliklerinize kadar hissetmektesiniz. Tabi özlemler ve istekler var ancak hepimiz Ümmet olarak birbirimize sahip çıkıp, aramızdaki birliği tekrar oluşturarak bu sorunların üstesinden gelmesini biliriz. Bu sebeple Ramazanda Mekke ve Medine ziyaretlerini hem Ümmet bilincinin kazanılması hem de manevi iklimin solunması açısından herkese özellikle de gençlere tavsiye ediyorum.

Arafat Salih Aydıner
YediHilal Uluslararası İlişkiler Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder