Ramazanda Mekke-i Mukerreme ve Medine-i Munevvera
Hac ve Umre bilindiği üzere en önemli ibadetlerdendir.
Hac zengin olan her müslümana farz olan bir ibadet, Umre ise sünnet bir ibadetir.
Ramaza ayında yapılan Umre içnse Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) “
Ramazanda Umre yap, zira o ayda Umre tıpkı Hacc gibidir” (Ebu Davud Hacc 79,
Tirmizi Hacc 95) buyurmuşlardır. Bu Ramazan ayında Rabbim Umre yapmayı nasip etti.
Bende sizlere o kutlu beldelerdeki gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.
Ramazanın en önemli özelliğnden birisi de ikram ayı
olmasıdır. Tabiki bu ikramın kutsal beldelerde yapılması ise işe çok daha
farklı boytlar kazandırmaktadır. Aslında Ramazan Umresi tamamen bir çalışma ayı
olarak ortaya çıkmaktadır. Belki memleketimizde sarf ettiğimiz çabanın kat ve
katı Rabbimizin inayeti ile oralarda gösterilmektedir. Manevi iklimi olarak ibadet
yoğunluğu sizi bu çabaya sevk etmektedir. Evet aslında Hac ve Umre birer tatlı
meşakkat olarak ortaya çıkmaktadır. Yaptığınız ibadetlerin sonunda yorgunluğunuzun
yanında tatlı bir huzur ile dolduğunuzu hisseder ve fiziksel yorgunluğunuzun
aslında bir hiç olduğunu anlarsınız.
Mekkede Ramazanın son 10 gününde gün boyunca yaşananları özetlemek isterim.
Hayat aslında orada öğle namazından sonra başlamaktadır. Özellikle bizim
yaptığımız sofra çalışması da bunu gerektirmekteydi. Sofra nedir önce onu
açıklamakta yarar var. Dediğimiz gibi Ramazan ayı ikram ayı, ve özellikle
Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi de müslümanlar bir müslüman kardeşinin
orucunu kendi eli ile açtırmak için yarış ederler. Bu yüzden her iki mescidde
de sofralar açılır ve bu sofralarda hurma, zemzem, çay ve kahve ikramları ile
herkes bir kardeşinin orucunu açmasına vesile olmaya çalışır. Biz de bu
sofların bir parçası olarak bu çalışmalara yardımcı olmak üzere öğle namazından
sonra ikindi yaklaşırken hurma taşıyarak işe başlarız. Mescid-i Haram’ a
varıldığında ise ikindiye kadar ibadat ile meşgul olunur. İkindiden sonra
mukabele okunur ve sofra hazırlık çalışmaları başlar. Örtüler serilir, hurmalar
tabaklara doldurulur, hazırlanan hurmalar sofraya dağıtılır, artanlar yoldan
geçen ümmetin üylerine ikram edilir. Son yarım saat kala zemzem ikramı başlar.
Akşam ezanı okunur ve 15 dakika içerisinde oruçlar açılır. Müezzin kamet
getirince herkes şükrünü eda ederek namaza kalkar. Akşam namazı sonrası ikram
sahiplerinin çay dağıtımı başlar ki bu sadece bizim katıldığımız sofradaki
özelliktir. Akşam namazında dışarı çıkıp iftar yemeği yemeğe gitmek ise
Teravide yer bulamamak anlamına geldiği için kimse yerinden kıpırdamaz ve
namaza kadar ibadat ile meşgul olur. Yatsı namazı Teravih ile beraber saat
23:30 a kadar sürer. Bundan sonra yemek yemek ve abdest almak için otele gidilir.
Otele gidince uzatabilirseniz ayaklarınızı bir 15- 20 dk. uzatır sonrasında gece
1:00 da başlayacak olan Teheccüt yani gece namazı için yola çıkarsınız. Gece
namazıda gece saat 2:30 a kadar sürer. Gece namazlarının sonunda kılınan
selat-i Vitir namazı sizin bu maratondaki geldiğiniz en uç noktadır çünki
burada dua edilir. İşin en üzücü tarafı Türkiyeden
gelen müslümanlar olarak Arapça anlamadığımızdan dolayı İmamın yakarış ve
ağlayışlarına eşlik edememenin sıkıntısını yaşarız. Bir Batılı, Müslüman
olduğunda ilk öğrendiği şey Arapça olmasına rağmen, şahsım da dahil olmak üzere
Arapçadan kopuk olmamız imamın yaptığı dualarda, okuduğu ayetlerde ağlamasının sebebini
anlayamayışımız aslında bizim bir ayıbımızdır. Bu durumdaki bir topluluğun
diğer ümmetlere örnek olabilmesi konusunu çok ciddi irdelememiz gerekmektedir.
Teheccüt namazı biter ve sahur sofrası Kabede kurulur. Taki ezan okunana kadar.
Sabah namazı kılındıktan sonra kimimiz istirahata çekilir, kimisi de işrak
namazını kıldıktan sonra otele gider. Öğle namazına kadar olan dinlenmeden
sonra tekrar bu maraton arefe gününün yatsı namazına kadar aynı şekilde devam
eder.
Bu maratonda gözlemim şudur ki, müslümanların nasıl
hayırda birbirleri ile yarıştıklarını görürsünüz. Bazen bu yarış öyle bir hal
alır ki kıran kırana bir mücadeleye sebep olur. İşte tam bu noktada dünyadaki
Müslümanların ne halde olduğunu orada müşahade etme imkanı bulursunuz. Bu kıran
kırana sevap mücadelesi sırasında Ümmetin üyelerinin çok basit şeylerden
birbirlerini kırdıklarına şahit olursunuz. Ümmetin ne kadar dağınık ve parça
parça olduğunu görürsünüz. Tamda bu noktada tüm İslam ülkelerinin aynı dine
inanıp, siyasi olarak farklı tellerden çalmasının avam durumunu görürsünüz.
Buna rağmen oradaki rahmetten ötürü Ümmetin her renginin sıkıca saf tuttuğuna,
namazdan sonrada ağlayarak birbirini kucakladığına şahit olursunuz. İşte
Müslümanların tek bir başa sahip olmayışı her konuda bizleri dağınık bir halde
tutmakta. Buna rağmen Ümmet her zaman Kabenin ve kutsal yerlerin verdiği
maneviyatla anlık ta olsa bu farklılıkları aşmasını bilmektedir. Bunların
yanında Ümmetin bireylerinin her parçasının ne kadar cahil bırakıldığını görmek
mümkün. Her an şahit olduğum mescitte yer kapma savaşları bu eğitimsizliğin
hangi safhalarda olduğunun malesef kanıtı olmuştur. Bu eğitimsizlik şu yada bu
ülke için değil tüm Müslüman ülkeler için geçerlidir. Kimisi mekan kavgasında
kimisi de Kabenin karşısında gereksiz muhabbet işlerinde. Hepimiz eksiğiz maalesef.
Ancak İslamın Ümmetinin büyüklüğünü değişik renk ve yedi kıtadan gelen insalara
bakarak müşahade etmek mümkün. Yanlızca toparlanmaya ihtiyacımız var.
Kutsal yerlerin dışına biraz çıkıp ülke perspektifine değinelım.
Şehir hayatının içindeki kişilerle konuştuğunuzda karşınıza sorunlar yumağı
ortaya çıkıyor. Adaletten tutunda kayırmacılığa ve sınıf farkına kadar her türlü
haksızlığın olması sizleri ürpertiyor. Ülkenin bir kısmına kuralların uygulanıp
diğerlerine uygulanmaması dünya üzerinde İslamın kanunlarının uygulanmadığı
fikrimizin temellerini kuvvetlendiriyor. Sistem zaten eşitsizlik (ümmet
arasında) kurulduğu için otomatik sınıf farkını ortaya çıkarıyor. Bu sınıf
farkı bizim analadığımız manadaki zengin fakir sınıf farkından ziyda belli bir
aile üyesi olup olmama anlamını taşıyor. Evine konuk olduğumuz Seyyid bir
üstadımızın bize aktırdığı, kutsal emanetlere ve ehli beyte karşı takınılan
olumsuz davranış örnekleri de huzur bulduğumuz o mekanların biraz dışında
aslında huzursuzluk olduğunu bizlere gösteriyor. En çarpıcı örnek ise yeni
nesil Seyyidlerin isimlerinin önlerine Seyyid lakabını almayacaklarına dair
matbu bir evrak imzalatmaları. Gençlik kısmına gelince, gençlik her türlü
kontrol sistemine rağmen popüler batı kültürüne orada da yenik düşmüş durumda. Batılılaşma
kutsal topraklarda bile alabildiğince hızlı ilerlemekte. Siz ne kadar Yahudi ve
Hristiyanları fiziksel olarak kutsal topraklara sokmasanız da ürün ve alış
veriş alışkanlıkları ile gayri müslimler bir fiil oradalar. Gençler alış veriş
yerlerinde batı tarzı giyim ve saç sitilleri ile bizim sokaklarımızı
aratmamakta. Aslında özentinin bizden daha yüksek boyutlarda olduğunu göremek
mümkün. Çünkü sistem, üretim toplumundan ziyade parası olan ve bu parayı
harcamak için alanlar arayan topluluklardan ibaret. Gençlerin büyük bir
çoğunluğuna manevi terbiye veremedikleri gibi, katı yaptırımlar uygulayarak gençleri adeta çanak
antenlerin esiri konumuna getirmiş durumdalar. Buda bize gençliğin her toplumda
ciddi bir erezyon içerisinde olduğunu ve buna klasik yöntemlerle çözüm getirmenin
sonuç vermediğini gösteriyor. Diğer üzücü bir gözlem de tarih bilincinin
olmaması. Bunu sadece Osmanlı Tarihi ve eserleri açısından değil İslam tarihi
ve eserleri açısından değerlendirmek gerekir. Mukim olan insanların
söyledikleri, mesela Medine-i Münevvera da en eski binanın 3 yıllık olduğudur.
İslam tarihi açısından çok kıymetli Peygamber Efendimiz (SAV) zamanına, sahabi
, tabiin ve tebeuttabiin zaman dilimlerine ait her türlü kalıntının ve bilginin
de yok edilmesi kutsal beldelerde yaşayan ve oraları ziyaret eden herkesin şikayet
konusu. Tabi ifrat ve tefrit malesef bizlerin en büyük handikapı.
İnsanlarımızın tarihi metaları kutsama girişimleri ile bu tarihi önemli
ürünleri ve sembolleri yıkıp yakmak ortadan kaldırmak aslında aynı kefede olsa
gerek.
Her şeye rağmen bu kutsal beldelere gitmek, ibadet etmek,
yaşamak ve hatta Cennetül Bakide gömülmeyi istemek bizlerin en büyük arzusu
olmalıdır. Çünki bu beldeler her şeye rağmen müjdelenmiş ve korunmuş
beldelerdir. Bu sıkıntılara rağmen orda yaşayan insanlar Allah c.c rahmetini ve
bereketini, Peygamberin şefkatini her türlü hissettiklerini, zaten İslamın bu
müjdelerinin kendilerine en büyük destek olduğunu ifade etmekteler. Aynı
zamanda siz de bir Hacı olarak bu hissiyatı iliklerinize kadar
hissetmektesiniz. Tabi özlemler ve istekler var ancak hepimiz Ümmet olarak
birbirimize sahip çıkıp, aramızdaki birliği tekrar oluşturarak bu sorunların
üstesinden gelmesini biliriz. Bu sebeple Ramazanda Mekke ve Medine
ziyaretlerini hem Ümmet bilincinin kazanılması hem de manevi iklimin solunması
açısından herkese özellikle de gençlere tavsiye ediyorum.
Arafat Salih Aydıner
YediHilal Uluslararası
İlişkiler Başkanı